Bu Blogda Ara

8 Ekim 2009 Perşembe

Facebook

Facebook.

Herkes orda.

Herkes onu seviyor(!). (Daha doğrusu herkes ona bağımlı)

Kabul ediyorum ben de öyleyim.

Ama bu onun tamamen saçma ve gereksiz olduğu gerçeğini değiştirmiyor.


Facebook'ta ne yapıyoruz? Başkalarının profillerini kurcalayıp, kim kiminle nereye gitmiş, kim nerede ne giymiş, kim ne zaman ne yapmış vs vs şeyleri inceliyoruz.

Facebook = Takipçilik

Facebook'ta harcadığım her dakika için bir yere 1TL koysaydım zengin olurdum. Bence vakit kaybından başka bir şey değil. Ama herkesin içinde bir izleme ve özellikle izlenme ihtiyacı var. Bu yüzden Facebook'un popülerliğini yitireceğini hiç sanmıyorum.

Facebook'un faydalı tarafları yok mu? Var. Ama bunlar gerçekten az.

Facebook hayatıma şimdiye kadar sadece 2 şey kattı.
Gerçekten muhteşem, eğer hayatımda olmasalardı büyük bir eksiklik hissedeceğim iki insan.
Sadece onlarla tanışmamı sağladığı için bile Facebook'u seviyorum.

Ama bunun dışında bence tamamen bir vakit kaybı..


(Fiddy)

26 Ağustos 2009 Çarşamba

...BALON((cuk))lar...

ne hikmetse sokakların ve adımlarımın tadını çıkaramaz oldum son günlerde..çünkü sürekli bi koşuşturmacanın içindeyim.hep acelem var hep acelem var..

bu sabah saat 8:14 itibariyle evden çıktım.8:15te geçicek olan belediye otobüsünü yakalayıp, son günlerde asla vaktinde gidemediğim işime yetişme umudum vardı.ne yazık ki olmadı:(

durağa vardığım da ne otobüs vardı ne de o her sabah bekleyen insanlar..durağın arkasına park edilmiş( gölge olduğu için) araca yaslanıp bi sonraki otobüsü beklemeye başladım.sonra kar yağar gibi bi sürü baloncuk yağmaya başladı üstüme..çok güzeldiler..avcumla yakalamay çalışıyordum ki..baloncuk fabrikasının (neden fabrika dediğimi bi sonraki parağrafta açıklayacağım) sahibi o minik burunlu yakışıklının gülücüklerini duydum.

nasıl bu kadar çok baloncuk yaptığını merak edip yukarı baktığımda ne göreyim..elinde silah gibi bişey var.ne üflüyor ne çaba harçıyor.tetiği çekiyor ve her yer baloncuk oluyor.o gülmeye devam etti bense sustum.oysa böyle mi baloncuk yapardık biz_?

hep pembesini alırdım o silindir kutuların.içinde köpürtücü bi kimyasalın olduğu bu silindirin kapaından bi çubuk inerdi silindirin içine..ve o çubuğun ucunda da etrafı tıttıklı bi çember olurdu.üfleyip baloncuk yapardık.sonra o baloncukların peşinden koşardık.hatta bi baloncuğun içine bi tane daha baloncuk yapardık.onun içine bi tane daha..:))

ananemin yanına gittiğimde (kışları hafta sonlarım,yazlarımın tümü ananemin kasabasında geçmiştir) ananem işin ucuzuna kaçardı.mehmetle (çocukluk arkadaşımdır(küçükken hep onla evleneceğimi sanırdım:))) ikimize 10ar cm uzunluğunda birer hortum verirdi.o zamanlar sıvı bulaşık deterjanlarıda pek yoktu heralde.tek diye bi marka vardı.işte o bulaşık deterjanından bi parmak alır bi bardağın içine koyardı.ağzına kadar su doldurup eritirdi.verirdi elimize..hortumu içinde çalkalar çalkalar üflerdik.sabah demez akşam demez koştururduk sonra o yaptığımız baloncukların peşinden:))) hiç yorulmazdık..sıkılmazdık..acıkmazdık bile..


sabah sabah "cuk" diye canımı sıkan ne oldu anlayamadım aslında..

  • geçmişte kalan çocukluğum mu_?
  • çocuğun balkonda yalnız oluşu mu_?
  • bu kadar kolay elde edilen baloncuklar mı_?(bu olmalı(ama kolay elde etmiş olsada mutluydu çocuk(bilemedim:( ))

(hiçliğin_gölgesi)

25 Ağustos 2009 Salı

"Aaa,senin sevgilin yok mu?!"



sık söylenen,sıkça da duyulan bir cümle zannımca..sanki eksik haline getirilmiş birşey.her daim sevgilisi olmalıymış gibi insanın.ekmek gibi,su gibi bir ihtiyaç sanki..sevgiliniz yoksa yandınız.emin olun bir sorun varmış gibi sizde.ama hayır,siz de onlardan olmalıydınız..ard arda 2 aylık ilişkiler yaşayıp her seferinde parmağınıza taktığınız yüzükleri tesbih misali ipe dizmeliydiniz.her 2 aylık periyod sonucunda "höff,ay arar da şimdi beni bu ya" diyerek telefon numaranızı değiştirmeliydiniz.terkedilenseniz arkasından 2 gün ağlayıp(gerçek anlamda 2 gün) 3.gün hemen "sevgili yapmalıydınız"

böylelikle içi boşalıyor bazı kavramların.nedir ki sevgili olmak.."baaak benim sevgilim var" diye yeni bisiklet alıp mahallede turlayan çocuklar misali çalım atmak mı? "ben çok çekiciyim,bu kız/erkek de beni beğeniyo.çıkıyoruz biz,sevgiliyiz tamam mı.senin sevgilin bile yok,eziksin" demek mi içinden içinden kıs kıs gülerek.

eski kafalı adamlar gibiyim.bazı şeyleri cidden anlayamıyorum,anlamak da istemiyorum.reddediyorum.bunlara aslında var ya vericen zopayı,vericen zopayı..neyse..

(joya)

12 Ağustos 2009 Çarşamba

Yaz (ve bazıları Kış) İşleri

Şimdiye kadar pek çok değişik işle uğraştım. Sondan bir önceki işim, şimdiye kadar çalıştığım en iyi iş oldu ve bunu düşünürken önceki işlerimi hatırlamaya başladım. Kıyaslama yapasım geldi. B


Tercümanlık = Kabus ya, bildiğin kabus. Mesai saatleri açısından, en rahat olanı buydu ama çok sıkıcı bir iş. Ben kontrat, proje, Master bitirme tezi(!), dönem ödevleri vs çevirdim bir süre. Sayfa başı para aldığım için, çalıştığım kadar kazanıyordum diyebilirim. Ama her zaman da iş olmuyor yani. Ayrıca Türkçe'si bozuk olan bir yazıyı İngilizce'ye çevirirken Türkçe'sini de düzeltmem gerekiyor. Çok sıkıcıydı ya, yapılacak gibi değil.


Sekreterlik = Bu da ayrı bir kabus. O susmayan telefonlar gerçekten sinir bozucu. Yoğun olmadığı günlerde rahat bir iş, en azından oturarak çalışıyordum klimalı ortamda. Ama yoğun olduğu günler çıldırmanın eşiğine geldiğim oldu.. Uzun süre devam edilirse, sıkıntıdan ölme isteği uyandırabilir..


Kamera Teknisyenliği = Bunu bir iş olarak yapmadım aslında. Sadece 2 defa evlere kamera takmaya gittik, ve hayatımdan bezdim ikisinde de. Bu kadar zahmetli, bu kadar yorucu bir şey olacağını tahmin etmiyordum. İşin zorluğu yetmezmiş gibi, tepemde sürekli söylenen İngilizlerin de hiç yardımı dokunmadı..


Aşçı Yardımcılığı = Bu şimdiye kadar yaptığım favori işlerden biri. Haftada 2 restorana gelip çalışıyordum ve müthiş zevkli bir iş. Aslında aşçılık da diyebilirim çünkü kendi başıma menü çıkardığım oldu daha önce ;) Mutfakta bir maraton havası var, filmlerde görürdüm de inanmazdım. Adrenalin manyağı oldum resmen :D Sürülerce yeni tarif öğrendim ve hatta kendimi tarifimi de yarattığım oldu. Şimdi de arada yaptığım bir iş.


Garsonluk = Barmenlik kadar olmasa da zevkli bir iş. Sürekli bir koşuşturmacası olmasına rağmen, insanlarla çalışmayı seviyorum ben. Beni biraz tanıyan herkes konuşmayı ne kadar sevdiğimi bilir. Bu özelliğim sayesinde servis yaptığım nerdeyse her masadaki insanlarla ahbap olmayı başarıyorum. Her ne kadar çoğu sadece o anlık olsa da, örneğin bugün (aslında geçenlerde diye düzelteyim :P) tanıştığım bazı insanlar gibi (Atiii :D) daha kalıcı ilişkiler de sağlanabilir. Zevkli bir iş. Bahşiş potansiyeli de yüksek, kazandığım bahşişler neredeyse maaşım kadar.


Barmenlik = Muhteşem! Favori işim açık ara bu. Mekandaki yeni gelişmelerle de muhteşem oldu yani! Müzikleri de ben düzenlediğim için ortamı tamamen ben ayarlıyorum ve muhteşem bir iş. (Amma çok muhteşem dedim, anlayın ne kadar seviyorum :D) Barda sürekli insanlarla iç içesiniz, her gece yeni insanlarla tanışmak (aynı insanlarla görüştüğüm de çok oluyor, müdavimlerimiz var :P) gerçekten eğlenceli yani. Bir sürü de kokteyl tarifleri öğrendim ve bunların hayatım boyunca işime yarayacağı görüşündeyim. Yakında shaker'larla akrobasi yapmayı da öğrenecem ve o noktadan sonra kim tutar beni :D (Bu yazıyı yazdığımda hala barmenlik yapıyordum, aaah ah bakın ne kadar mutluymuşum :'[ )


Hammallık = Şimdi bu işi tam olarak yapmadım. Sadece bir gün sürdü. Bizim evde inşaat olduğu için, depo olarak kullandığımız bir yeri boşaltmak zorunda kaldım. Yaklaşık 4 saat boyunca, en hafifi 10kg olan eşyaları taşıdım. (Taşıdığım eşyalardan bazıları: Cam Kapı, Tahta Kapı, Pencere çerçeveleri, 2 büyük halı, 3 Tüp Gaz, 2 küçük halı, 2 gazlı soba, 3 vantilatör, sürülerce koli, 6 korniş, bir sürü tahta (gerçekten onların orada ne aradığını bilmiyorum), 2 kova boya, 3 ayakkabılık vs vs) Bu eşyaları ve daha fazlasını 2. kattan zemin kata taşıdım. Uzun süren bu iş sonucunda, vücudumdaki tüm kasların çalıştığını hissederdim. Aşırı derecede yorulmama rağmen güzel bir işti. Her şeyi bitirdikten sonra yıkanmak için eve döndüğümde aynadaki görüntü hoşuma gitti. Vücudumdaki her kas çalıştığından olsa gerek, gözüme farklı göründüm. Çok daha çekici bir havam vardı nedense, ya da bana öyle geldi artık bilemiyorum :D Eğlenceliydi, yine olsa yine yaparım..


Site Yöneticiliği = Sekreterliğe bağlı olarak yaptığım işlerden biriydi ve gerçekten iğrençti. Hiçbir şeyden memnun olmayan sürülerce site sakini sürekli bir şeylerden şikayet ediyorlardı. Hayatımdan bezdim diyebilirim. Kabus ya kabus. Çok feciydi..


Yöneticilik= Nasıl bir kabustur anlatamam. En azından beni çok sıkıyor. Elemanların büyük bir çoğunluğu algılama güçlüğü çektiğinden olsa gerek, tüm sinir sistemim alt üst oldu. Mecbur olmasam saniyesinde bırakırdım bu işi..



Barmenlik şimdiye kadar açık ara favorim. Keşke o işe geri dönebilsem. İşten çok eğleniyordum ordayken..=)



(Fiddy)

8 Ağustos 2009 Cumartesi

işte ideal firma!

Bir siparişle başladı her şey, en başından son anına kadar sorunlu olan bir sipariş...
İlk sorun sipariş vermeye kalkmamızla başladı. Ancak farkettik ki aynı başlık altında iki ürün var. Bu sorunu hallettik ve siparişimizi verdik.
Sorunlar zinciri siparişin zamanında gelmemesiyle başladı. İstanbulu aradım ve verilen cevap: "Kusura bakmayın ilginç bi sorunumuz var. İthalatçı firma evlenmiş ve balayına çıkmış. Giderken de şirketi kapatıp gitmişler birkaç siparişimiz daha var ve onları da gönderemiyoruz." Ben tabi haliyle şoku atlattıktan sonra tamam o zaman haftaya olsun dedim. Diğer hafta balayının bir hafta daha süreceğini öğrendim. Tepkim ne kadar profesyonel bir şirket ve ne kadar azgın bir çift...
Derken bu siparişimiz bi doğum günü hediyesiydi. Doğumgünü geldii geçtii hediye hala gelmiyor.
Ve müjde! Altı ağustosta kargom ulaştı. Ancak kapıya üstün zekalı bir şahsiyet geldi. Seslerinden dolayı kapının dürbününden baktım. Siyah giyinmiş elinde kutu olan biri. Ancak kapıyı çalmadı. Ben de o değilse rezil olmayayım diyerek açmadım. Sonra da akşam üstü kargoyu almak için UPS i aramaya başladım. Bir buçuk saat sonra UPS i buldum. Hayvan pazarının yanında çıktı. Gittiğimde aldığım cevap: "Eleman getirdi adreste kimse yok tanıyan da yok". E tabi kapıda babamın adı yazıyo soyadından çıkarmak çok zor bir olay haliyle.
En son ve en büyük sorun... Gelirgelmez merakımdan açtım kargoyu ve üstündeki ingilizce yazıyı okudum: WARNING! kalp rahatsızlığı olanlar ve epilepsi hastalığı olanların oynamaması önerilir! O an kaynar sular döküldü başımdan. Çünkü hediyenin sahibi epilepsi hastası... :):)

(lcanderin)

7 Ağustos 2009 Cuma

Kafaya taktığım bazı parçalar,tavsiyeler ve anlamları....

1. Martina Topley-Bird – Sandpaper Kisses (283 Çalış) Tarz : Trip-Hop

Tavsiye ederim şiddetle... kadının sesinden tutun,müziğe kadar tek kelimeyle harika... sonlara doğru daha bi harika :|


2.Dada – Stereo Flo (168 çalış) Tarz : House

Pek bilinen bi şarkı değil... tipik bir disko,club şarkısı.. ama benim için süper hisler uyandıran bir parça :D yeri ayrıdır :D....


3. Billy Talent – Surrender (132 çalış) Tarz : Punk Rock

Dinledikçe duygusal boşalma yaşayıp,isyan edesim geliyor :|...


4. Portecho – Stream of Air (119 Çalış) Tarz : Electronic

çok hoşuma gitti... acaip saran bi yapısı var.. temponun yavaşladığı bölümlerde gözlerimi kapatıp hayaller kurarım.. iyidir güzeldir.. hatta süperdir :)....


5. Frederic Rousseau – La Fille de Pékin (118 çalış) Tarz : New age

tam new age sayılmaz aslında japon müziği,kendinden geçirtir insanı.. her bünye kaldıramaz....


6. Oi Va Voi – Every Time (107 Çalış) Tarz : World

tek kelimeyle harika... duygusal ve saran bi şarkı....kendinden geçirtir.. tadın bence...


7. Calogero – Danser Encore (38 Çalış) Tarz : Piano

Bunu dinleyince kendimi cenaze de düşünüyorum sevdiğini kabetmiş acı çeken biri olarak falan... manyağım sanırım.. sence?


8. De-Phazz – Dancing With My Hands (138 Çalış) Tarz : Jazz

bu aralar son günler en çok dinlediğim şarkı... nakarat yiyor bitiriyor beni :|


9.Air – Cherry Blossom Girl (385 çalış) Tarz: Chill-out

Hayatımın şarkılarından.. şuana kadarda en çok dinlediğim şarkı... her dinlediğimde ilk kez dinlermiş heyecanı oluyor....


10. Bent – Swollen (333 Çalış) Tarz : Trip-hop

bunu dinlerken kendimi ufo ile evrende seyahat yapar gibi hissediyorum..kızın sesi bi harika zati...


11. Massive Attack – Dissolved Girl (322 çalış) Tarz : Trip-hop

açık sözlü olacağım.. Massive Attack'tan en sevdiğim şarkı budur ve beni tahrik eder evet...


12. Air – Photograph (227 Çalış) Tarz : Chill out

Air'i bu şarkı ile keşfettim... uykusuzluk günlerimin ilacı ve gergin günlerimin aynı zamanda :)


13. Portishead – Roads (190 Çalış) Tarz : Trip-Hop

Portishead'tan 1 numaram... hastasıyım. özellikle kemanlı geçişe.... :|

(Atilla1000)

31 Temmuz 2009 Cuma

Saçlar ve Psikoloji


Bir yazıda saçların insanın günlük psikolojisinde önemli bir etken olduğunu okumuştum...

cidden doğru...

ne zaman saçlarım şekil alsa,dolgun olsa o gün kendimi daha pozitif hissediyorum... daha dik ve emin yürüyorum... özgüven artıyor.... takıntılarımın yerini olumlu telkinler alıyor....

ne zaman saçlarımın kötü olduğu bir dönem gelse o gün bol takıntılı,kendini aynada berbat gören,eğik yürüyen,olumsuz düşünen biri haline geliyorum...

(Atilla1000)



FALEZ NEDİR ?

Yakışıklı zengin oğlan murat ile yoksul güzel kızımız nalan bir gün yolda yürürken çarpışırlar. Kitapları toplamak için eğilen ikili göz göze gelir ve aşık olurlar. Aşklarını muhallebiciye gidip pekiştirirler ve bu o günden sonra böyle devam eder. Birbirlerini deliler gibi seven çift evlenme kararı alırlar. Murat bu konuyu ailesine açtığında ailesi tepki gösterir. Biricik oğullarına kenar mahalle kızı almayı uygun görmezler ve kendileri gibi zengin olan komşularının vamp kızı okşan ı devreye sokarlar. Okşana gaz verip ‘murat seni çok seviyor ama bir kenar mahalle dilberi oğlumuzu kandırdı. Murat ı ancak sen kurtarabilirsin’ gibi sözler ederler. Gaza gelen okşan ya Allah bismillah deyip entrika çevirmeye başlar. Nalan ın yanına giderek onu aşağılayıcı bir şekilde murat ın ailesinin onu istemediğini ve muratla nişanlı olduğunu yakında evleneceklerini anlatır. Kendisini kirletilmiş bir mendil gibi kenara atıldığını düşünen nalan koşarak murat ın yanına gider ve hesap sorar. Murat okşanla arasında bir şey olmadığını anlatmaya çalışsa da nalan ın gözü döner ve koşmaya başlar. Murat ta nalan ın peşinden koşar. Nalan sonunda kendini atmak için dalgaların aşındırarak derin oyuklar yaptığı ve kıyı boyunca dikliklerin olduğu yere gelir.buna falez denir.

Not = bir coğrafya dersinden alıntıdır.
(= asi angel =)

Benimkisi bir rüya

Bu gece farklı bir rüya gördüm.Geçmişten birisi (bay x)... Şu sıralar aklımın ucundan bile geçmemişti kendisi... rüyalarım biraz saçma olur benim ama bu sefer kurgu muhteşemdi.

Gerçekleri anlatıp rüyama geçeceğim .
Bu elemana vakti zamanında (4 yıl önce) ilgimi belli etmiştim.Nazikçe reddedilmiştim.Arkadaş moduna girişimizde telefon numarasını başkasından aldığım için bana kızmıştı filan fırt...
ne salakça değil mi? sanki kız çocuğu kendisi ...

Rüyama gelince eski mahallemdeki evime gireceğim .Bir bakıyorum bay x ve ekürisi önümdeler.Bana doğru birşey diyip gülüyorlar. Ben arkasından "bay x" diyerek bağırıyorum. Koşarak uzaklaşıyorlar.Evime çıkıyorum .Gayet sinirliyim.Düşünüyorum"Bunların burda işi ne ? biri mersinli teki kayserili..." neyse evden çıktığımda bir bakıyorum "bay x" tek başına ,simokinimsi birşeyler giymiş,yürüyor yolda. Takılıyorum peşine ,beni dinlemek istemiyor."Özür "diliyorum. "4 yıl önceydi. Rahatsızlık verdiğimin farkında değildim" diyorum .umursamıyor.
Birden sağımdan solumdan bay x in üni arkadaşları fırlıyor.Beraber yürümeye başlıyoruz.Meğer bir buluşma tertip etmişler Konya da.
Bir bayan arkadaşı yanıma anaç bir ifade ile yaklaşıyor.Ona "bay x den özür dilemek istediğimi ama beni dinlemediğini " söylüyorum.Kolumdan tutup bay x in yanına götürüyor beni "4 yıl geçtiğini , köprülerin altından çok sular geçtiğini sölüyorum kendisine...
özrümü kabul ediyor.Buluşmaya bende iştirak ediyorum. Buluşmanın sonunda ben basıp gidecekken yanıma geliyor bay x " helalleşiyoruz" ve ben sessizce evimin yolunu tutuyorum...

rüyamı yorumlamak istemiyorum .ama aklıma kötü şeylerde geliyor.Umarım sağlığı keyfi yerindedir bay x 'in .


(justreal)

30 Temmuz 2009 Perşembe

Başlık(sız)

Bu günler güzel geçiyor benim için. Staj süresi içinde yazıyorum şu satırları, sabah pek iş olmuyor o yüzden. Sabah 06.54'e kurulu olan saatimi her sabah 5 dakika erteleyerek 06.59'da kalkıyorum. Hemen banyoya giderek elimi, yüzümü, saçlarımı-ki çok fazla dökükler, neyi yıkıyorsun diyebilirsiniz- yıkıyorum. Eğer varsa sigaram servisi beklerken aç karnına içiyorum bi tane ki aç karnına içmek iyi değil pek. Ondan sonra serviste hûlyalara dalıyorum, uyanıyorum iş yerine gelince. 1 saat sürüyor yol.

Günler güzel geçiyor derken günlerim anlamlı oluyor eskisinden farklı olarak. Eskiden Vega'dan 'bu sabahaların bir anlamı olmalı' derken her uyandığımda, küfürler savururken beni uyandıran saaate şimdilerde aklıma, gönlüme düşen güzellikleri yaşıyorum.

Şimdi sigaram yok, sabah simit çay yaptım, üstüne bi sigara çok iyi giderdi aslında. İçmeyeyim dedim bugün, param da yok zaten, almadım.

Akşam saat 6'da çıkıyorum işten, eve varışım 7.30'u buluyor. Yol da uyuymaya çalışıyorum, ama olmuyor genelde. Eve geliyorum oturup elimi,ayağımı yıkadıktan sonra bilgisayarımın başına oturuyorum. Siteye (istiyor.us), şu an yazdığım blog'a,haberlere falan bakınıyorum. Sonra benim içimde eşsiz bir yer kaplayan Diablo II oynamaya başlıyorum. Kayboluyorum saatlerce zindanlarda, alevlerin içinde. Onu bunu kesip, doğrayıp yaşadığımın farkına varıyorum.

İnsana yaşadığını hissettiren şeyler ne garip aslında. Ya acı, ya mutluluk. Arasında, Araf'ta yer aldıysanız eğer anlıyorsunuz hissetmemenin nasıl birşey olduğunu.İnsana varlığını unutturan derin ve sessiz bir karanlık, sıkışıklık, Araf...

Ben mutluyum evet, ve bu bana varlığımı farkettiriyor.

Adalar buluşmasına da değineyim. Arkadaşlarımız Atilla1000 (Ati), Marsi (Murat), Wicth (Gencay), Akılhapishanesi (Alper) ve Süvari (Emre) vardı buluşma da. Ben uzun zaman kendime vakit ayıramamışken güzel insanlarla güzel vakitler geçirdim. Teşekkürü borç bilirim.

=)

******************************

Belli bir süredir yazamadım blog'a, malûm yoğunluk sürüyor.

(BLND)

29 Temmuz 2009 Çarşamba




YAĞMUR

hava yağmurluydu.anneannemin balkonuna kondu. korkuyordu. doğru dürüst uçamıyordu. tanımadığı bu yeri inceliyordu ürkek bakışlarla. yorgun olduğu her halinden belliydi. ve kolayca yakalandı. yağmur getirmişti onu adı yağmur olmalıydı.bizde uyandırdığı koruma ve acıma duygusundan dolayı beslemeye karar verdik. tıpkı bir bebek gibiydi. konuşup derdini anlatamıyor. yemeğini kendisi yiyemiyor ve etrafı pisletiyordu. minicik karnı doysun diye zorla ağzını açıp bir buğday tanesini içine atmak oldukça zordu. günler birbirini kovalaya dursun yağmur büyüyordu. kendi yemeğini kendi yiyor evin içinde uçuşup duruyordu.biraz daha büyüyünce yağmuru bizim eve getirme kararı aldık. gün boyunca merdivenlerde uçuşup duruyordu. bazen terasın aralık kalan kapısından göz ucuyla bakıp geri dönüyordu. kıyamıyordum hiç ona ama gitmesinden de korktuğum için kapıyı açmak işime gelmiyordu. ancak okuldan gelince ona vakit ayırıyordum. bu onun için yeterli olmuyordu. canı sıkıldığı her halinden belliydi.onun sıkıntısını geçirmeliydim. mutlu olmalıydı. ayağına ip bağlayıp dışarıda uçurmak geldi aklıma.ipini geniş tutarım ve çok yükselere uçar. eğer gelmek istemezse de çekerim ipinden mecburen yanıma gelir diye düşündüm. anneme fikrimi söylediğimde böyle bir şeyi yaparsam yağmurumun ayağının kopabileceğini söyledi. gözüm gibi baktığım kuşumun canının yanmasına dayanamazdım.vazgeçtim . ama bir çare bulmalıydım mutlu olması için. sonra yağmura bir kız arakadaş almaya karar verdik.ismini bulut koyduk.çok iyi anlaşıyorlardı. yağmur bulutu çok seviyordu. okuldan döndüğümde onu mutlu görmek beni de mutlu ediyordu. her şeyin yolunda gitmesi ne güzeldi. yağmur dışarı da çıkmak istemiyordu artık.
ve bir gün okul dönüşünde annem sana birşey söyleyeceğim ama asla ağlamayacaksın dedi. kesin kötü bir şey olmuştu.kim öldü anne dedim sessizce. annem gülümsedi. ölen falan yok. yağmur ve bulut terasın açık kapısından kaçmışlar dedi. inanmadım annemin dediğine. hemen merdivenlere koştum. yuvasına baktım bomboştu. sonra terasa çıktım. buruk buruk gülümsedim gökyüzüne.
(= asi angel =)

28 Temmuz 2009 Salı

Büyük Ada Site Buluşması Vol. 1

Yani site buluşması dediğime bakmayın 6 kişiydik. 6 kişi kalmamızda bütün emeği geçen arkadaşlarımıza ayrıca teşekkür ediyorum. Ama ben eğlendim, bunu söyleyebilirm :)

Sabah Blnd'la buluşup iskeleye gittik. İskelede Akılhapisanesi ve Süvari'yle buluştuk kocaman bir vapura insan silsilesiyle ve onların akın etmesi sonucu sel halinde vapura bindik. Çok şükür, oturduk. Ata Demirer'in showunda yaptığı espiri misali suyun içinde gidiyordu vapurun yarısı. Derken Blnd'ın yanına oturan gruptan (ellerin 2 tane 5 lt'lik su 3 karpuz vs.) bir amca " Gençler kayın biraz sıkışak" diyerekten yanımıza oturdu. Muhabbet ediyoruz amcam bizi dinliyor arada yorum yapıyor, kopuyoruz. O arada ise Ati arıyor ve bana "Biz aynı vapura bincekmişiz sizinki buraya uğrayacakmış" diyor. Kahkahalarla gülüyoruz buna çünkü vapur hınca hıç dolu ve Kadıköy'e yaklaşmamıza rağmen vapurda bir yavaşlama yok. Bunun üzerine biz de ona "Hee Ati yer ayırdık size gelince oturursunuz, vapurun arka tarfında açık yerdeyiz diyorum". Düpedüz dalga geçiyoruz Ati sabah mahmurluğuyla anlamıyor :)

Vapur Kadıköy'ü geçtikten sonra Ati arıyor ve "Ya o vapur çok doluymuş buraya boş vapur gönderdiler" diyor. Biz hala gülüyoruz :) Biz bu telefon hadisesini yaşarken, içerden cümbüş sesleri gelmeye başlıyor, bildiğiniz darbuka ve kopan, şarkı söyleyen insanların sesini dinliyoruz. Çaycı geldi o sırada, ben Blnd ve amca çay içerkene, Akılhapisanesi ve Süvari kahve içmeyi tercih ediyor ve kahve alamaya içeri gidiyorlar. Döndüklerinde ise içerdeki insanların "altın günü" misali oynadıklarını ve bir grup arap sandığımız sonradan iranlı olduğunu öğrendiğimiz insanları ilahi okurken gördüklerini söylüyorlar, kopuyoruz :)

Sonrasında iranlıların bir kızımı kâh fotoğraf çekmek için kâh videoya manzaraayı çekmek için bizim olduğumuz bölüme doluşmaya başlıyorlar.Mecburan başlarına bulunan rehberlerden biri de onlarla geliyor. Onlar kendi aralarında konuşup bizim yanımızda manzarayı seyrederken bizim amca(!) onlarla arapça konuşmaya başlıyo ve bizim o anda çenelerimiz göbeklerimize düşüyor o da yetmiyor amcam bize tercüme yapıyor. Amcama saoruyorum

-"Pardon abi kaç dil biliyorsun sen?"
-"Arapçayı ana dilim gibi biliyorum, ingilizce, almanca, rusça, türkçe, kürtçe" dedi

Ben şok amcam gülüyor :D

-"Abi senin meslek ne pardon?"
-"Modelistim ben Şişli'de butiğim var"

Al sana 2. dumur!

Dahasında da öğreniyoruz ki amcamın gitmediği ülke kalmamış Kuveyt'ten tutun, fransaya kadar. 3 çocuğu varmı biri lise sona geçmiş diğerleri üniversitedeymiş Ankara'da. Helal olsun valla. Blnd ise bu kadar dumurdan sonra tek diyeceği cümle "Ummadık taş baş yarar" demek oldu. Amcam ve arkadaşları balık tutcaklarmış Heybeli Ada'da ve yiceklermiş "Çok tedarikliyiz" dedi ve indi :)


Yoruldum be! Ayrıca her an benim pc kapanabilir, güvenemiyorum. Devamını yazacağım. Bekleyin :P ^_^

*Witchh*

26 Temmuz 2009 Pazar

Oyun

Arkadaşlar süper bir kısa film.. ağlamama sebep oldu :(

izleyin derim ; Oyun

(Atilla1000)

25 Temmuz 2009 Cumartesi

Soğan!




Sogan kadar sevdigim çok az yiyecek var.

Soganla çok eskilere dayanan bir geçmisimiz var. Ben 5-6 yaslarina kadar sogani hayatimdan mümkün oldugu kadar uzak tutmaya çalisiyordum. (Çocuk akli, cahillik iste :P) Sonra çok sevgili anneannemin kuru fasülye-pilav muhtesem ikilisini pisrdigi bir aksam onun yemegin yaninda büyük bir keyifle sogan yedigini gördüm. Ve o gece soganin kudretini kesfettim! =D
O gün bugündür soganla çok güzel ilerleyen bir iliskimiz var.

Sizin de bildiginiz gibi soganin en güzel yakistigi yemeklerdendir kuru fasülye-pilav. Gerçi ben istisnasiz her yemegin yaninda sogan yiyebilirim. (Simdiye kadar bahsettigim kuru sogandi, ama ayni seyler taze sogan için de geçerli) Tadina bayilmamin yani sira, gerçekten de faydalidir sogan.

Bu muhtesem lezzetin dezavantajlari da var malesef bildiginiz gibi. Mesela gaz yapmasi ve dislerinizi firçalamaniza ragmen uzunca bir süre nefesinizde yasayan kokusu. Bu dezavantajlarin pek umrumda oldugu söylenemez.

Evet, o agir koku sosyal hayatim için bir engel olabilir ama her zaman her sekilde sogani sosyal hayatima tercih edebilirim. O derece seviyorum! ("O derece" yazinca aklima sitedeki bir karikatür geldi :D) Beni seven soganimla sevsin!

Soganin amcasinin oglu olan Sarmisak da benim için ayrica önemlidir, ama o baska bir yaziya :))


(Fiddy)

24 Temmuz 2009 Cuma

Kendimi kutluyorum :)

Bugün iş yerinde işlerin olmaması ve boşta kalmam benim hayrıma oldu bi nevi...

aldım elime bir kağıdı ve aklımdan geçenleri yazdım...

bu yazılar zamanla yerini hayatımla ve nereye kadar geldiğimle ilgili bir noktaya bıraktı...

Zor bi hayattı benimkisi... Çünkü çocukluktan bu yana dikkat eksikliği,dışlanma ve depresiflikle boğuşmuştum...

başlığın adına adım adım terapi koydum.. ve aldığım sonuç inanılmazdı... resmen kendi kendimin psikoloğu olmuşum...

tam 6 yılda adım adım olduğum noktaları yazdım... ve inanamadım kendime... nerden nereye gelmişim dedim...

Geçmişteki bunalımlı,depresif,intihar düşünen,asosyal ati, 5-6 yılda hiç bir psikolog destek almadan ne noktalara gelmiş... kısaca bu özelliklerin tam zıttı haline gelmiş...

Toplam 10 aşama var ve şuan 7.aşamaya kadar gelmişim... ben bu sınavı vermişim :) hemde desteksiz...

insan en iyi kendisinin psikoloğudur derler ya...

çok doğru...

Sevgiyle kalın :)

(Atilla1000)

misafir umduğunu değil bulduğunu yer

"misafir umduğunu değil bulduğunu yer "böyle bir atasözü var değil mi?misafir gittiğimiz yerde önümüze sunulan nimetleri burun kıvırmadan kabul görmemizi , sineye çekmemizi bekler bu atasözü...niye yahu ben misafirlerime nasıl davranıyorsam aynı karşılığı beklerim. Yalanım yok...mükellef bir sofra yumuşak bir yastık, sıcak yada serin tutacak bir örtü... eğer bunları sağlayamayacaksa ne diye beni misafir edersin be insan...kısacası beni misafir etmek isteyen varsa :)) şimdiden korkutayım gözü

(justreal)

bayanların stres atma yöntemleri hakkında

Genelleme yapmak istemesemde bir bayanın huzuru yakaladığı ,stres attığı anlarda ikisi olarak alışveriş yaptığı ve saç kestirdiği anlardan bahsedilir. bir bayan olarak bende ise durum şöyle ;


Öğrencilikten çıkana kadar hiç " alışveriş yapayımda sakinleşeyim " dediğimi ...

"Alışveriş yapınca sakinleşirim "genellemesinde bulunduğumu hatırlamıyorum.


Lakin el işle beraber para da görünce bende böyle bir potansiyel olduğunu farkettim.
Tek iyi yanım bütçemi kasacak alışverişlerde bulunmamam. Aldığım küçük bir şeyin bile o an beni mutlu etmesi. Aldığım şeyin kendime olmasına da gerek yok. Mesela bakkala girip o an etrafta kaç çocuk gördüysem hepsine dondurma aldığımda görülmüştür. Tabi bu tür davranışlarım mahalleden geçerken fareli köyün kavalcısı şeklinde çocukların peşime takılması neden oldu ama olsun ben o an rahatladım ya yeter...

Kuaförün bende huzur yerine gerginlik yarattığı bir gerçektir.gerçekten kuaförlerle aram iyi değildir. benimkisi fobik bir durum.
4-6 ayda bir kuaförün yolunu tutar saçlarımı kestiririm.O sebeple saçlarım bayaa bir uzun. ama bu fobik durum saçlarımla şahsi olarak ilgilenebilme yetiside kazandırdı.
hatta üniversitede ,kaldığım yurttaki odam bir nevi güzellik merkezi konumunda çalışırdı. avon satan arkadaşlarım , saç uzmanı ben , birde ağdcımız vardı.... :) tipik kız yurdu işte ...

(justreal)

İkilem


Bir insan aynı anda hem bu kadar itici/rahatsız edici hem de bu kadar kaliteli bir müzisyen nasıl olabilir?


We only said goodbye with words,
I died a hundred times.
You go back to her,
And I go back to..

I go back to.. us.



Aklınıza gelebilecek her türlü kötü alışkanlığa sahip olması, ırkçı, homofobik, vs olmasına rağmen bence muhteşem bir müzisyen.


(Fiddy)

İlham Perisi Gelmeyince

Bekledim, bekledim. Belki o "ilham perisi" denen şey bana da gelir de bloga böyle süper bir şeyler yazarım ben de diye. Olmadı ulan! Gelmedi bir türlü. O yüzden biraz sonra saçmalayacaklarım için şimdiden kusura bakmayın, "he" deyin geçin be :)
Son bir kaç günün özetini yamak istiyorum. (Nitekim bence böyle bir haftadan sonra pazar günü kendime gelirim diye düşünüyorum.)

Pazartesi günü: Yahu geçen hafta hocaya söz vermişiz, (hay misafir öğenci olmayaydım herkesin gözüne batıyoruz çatır çatır) ödevi yetiştirememişiz mel mel hocadan ek süre istemişiz o da güç bela vermiş. Bre gerizekalı, (o "gerizekalı" ben oluyorum) sen hangi akla hizmet bunu istiyorsun hocadan hayatında kaç tane ödev proje yapmışsın ki bi de üstüne arkadaşına da söz vermişsin gelmeyecek diye "ben yaparım senin ödevini de" diye. Neyse okula gittim gayet rahatım (durmuşum yine 4 gün evde yatmışın dana gibi) diğer dersime gitmedim nasılsa yaparım diye.Arkadaş da aradı "ödevi yarın veririz yaa kasma ben şehir dışındayım hoca sonra benimkini kabul etmez"dedi. Yahu kuzenimle buluşacağımız tuttu iyi mi söz de vermişim önceden.Haydaaa battı balık yan gider. Geçmiş olan günüme mi yanayım diğer dersi kaçırıp yoksa ödevi vermediğime mi. Yine salı günü veririm ödevi dedim (o kadar da rahatım yani biri de dur demedi)

Salı: Pazartesine bu kadar atraksiyon yetti mi? yetmedi :P akşamına amcam aradı yarın yengenle kuzenin seni evden alsın kuzenin sizin okula bakıcak dedi. (kuzenim ÖSS'ye girdi de üniversite beğenmeye çalışıyor)Ulan yine gitti ödev iyi mi? Kesin eminim yani bugün de ödevi veremezsem nanay. En azından erken gitsek de onların gönderince hemen yapsam ödevi çünkü 14.00'da yine dersim var ve pazartesi günkü olana girmedim haftaya da sınavım var böyle iğrenç bir çıkmaz işte( bu ders ödevi olan dersten farklı bir ders). Sabah okula gittik; kuzenim mimarlık istiyordu ama yengem benim gibi elektrik-elektronik mühendisi olmasını istiyordu. Zaten bizim okulun mimarlığına puanı ve sırası yetmiyordu. Bizim fakülteyi gezdirdim iki tane hocamla tanıştırdım ama hata yapmışım anladım her iki hocam da " nasıl bir meslek yapmak istersin?" diye sorunca "ben tıp filan istiyordum ama olmadı, şimdi de mimarlık istiyorum işte" diyince hocalarımın nefret edici bakışlarını maruz kaldı ama bu onun farkında olmadı tabi. Ben anladım ama :( Toparlamaya çalıştım durumu ama her ikisi de kızın gözünü daha da korkutup yolladı :D
Hocalarıma da ailem sayesinde rezil olduğum için bir daha kendimi kutluyorum. (sanane lan sanane ne tanıştırıyon! Okulu tanıt, yolla di mi? Ama yook illa iyilik yapacaksın)

Gel gelelim ödev meselesine onları okuldan yolladığımda saat çoktan 14:00 olmuştu bile acele bir şekilde bilgisayarın başına gittim Multisim'de devreleri çizdim bastırdım.Artık sadece çözümleri kalmıştı.Lakin hoca ödevin bir tez öncesi hazırlık gibi (yuh be tez nere 2 sayfalık ödev nere!) düzügün şekilde yapılmadı gerektiğini söyledi. Onlarla uğraşmak ayrı zamanımı aldı. Ohoo saat 15:08 olmuş. İlk saati gitti dersin, hatta 2. derse girdiler. Arkadaşın kağıtları bende onunkileri de yazmam lazım ama ben yazarsam hoca anlar. Kardeşime verdim yazsın diye, hızlıca yazsın gideyim diye ( o anda mideme bi ağrı saplandı fln ben oturduğum yerde kalakaldım zaten) o yazılım mühendisliğinde okuyor nerden bilsin omega ne, sigma ne onları yazmaya uğraşıyor, el alışkanlığı yok sürekli silip baştan yazıyo sinir oluyor. saat 15:36 ve ben okula varıyorum. Ödevi can havliyle veriyorum, kurtuluyorum. Oh be! Hocaya ödev için bir daha tek kelime edersem mal diye alnıma damga vursalar yeri. Neyse dersin son saatine yetişiyorum ve hocanın en azından hangi konuya kadar işlediğini öğrenmiş oldum. Ama dersin ne kadarını biliyorsun diye sorarsanız ancak %20 derim şu an. Ve hoca da 50'nin üstüne C vereceğini söyledi. Kısacası çook çalışmam lazım çook :(

Son 2 gündür de sakin ama uykusuz bir hayat geçiyorum. Ödevini verdiğim hoca manyak gibi konu işliyor. Üşenmedim saydım 3 haftada 55 sayfa işlemiş ya. O kadar yazı yaramayacak ama ben yine de vicdan hesabına girmemek için not tutuyorum.

Bütün bu başıma gelenler, yaz okuluna kalmamın sebebi; sınıfta kaldığımdan değildir (evet böyle bir rahatlıkla sınıfı geçtim). Kredi tamamlamak zorunda olduğumdandır. (o apayrı bir konu).

*Witchh*

Not: Kafanızı şişrdiysem gerçekten üzgünüm :(

23 Temmuz 2009 Perşembe

BAŞLIKSIZ!!

EEyyy...Ruhumun en narin sitesi..

çok yazdım ben sana..derdim oldu paylaştım,umudum oldu çoğalttım senle..ama şimdi anla susmamda ki nedenleri.ben Mevlananın Şems i gördüğü gibi seni bende, beni sende göremiyorum ki..görsem görsem bir ayrı cihanda görürüm ikimizi..kızıllığı yakar o zaman da o cihanın güneşinin bedenimizi..24 saat yetmez ise..belki dünyada ki saatlerden çalar çalar cihanımızdaki günlerimize ekleriz..çünkü bilirsin açılmaz öyle kolayla bizim sözlerimizin penceresi.. açılsada hemen çıkmaz ebedi hayatımızın terazisi...gecenin karanlığı yakar..gün ışığı boğar bizi..varolanı yok ederiz..yok olanı var...varsın ömrü uzun olsun günlerimizin..yirmidört değil...otuzaltı değil..yetmişiki değil..daha.. daha uzun olsun cihanımızda ki bir günün süresi..

karartma gözlerini..bi ben değilim ki o cihanı senle paylaşmak isteyen..uzat hadi ellerini..bak ALLAH bile vermiş sana geleceğinin izlerini..iki kaşının ortasındaki karamsarlık çizginim ben senin..gitte güldürsün seni şimdilik yirmidört saatlik günün güllerii.

ve kaybolacak bugünde gecenin yokluğunda, senin hayatımda daha çok varolacağının fısıltılarında....

hepiniz gibi bende burda olmaktan mutluyum.en önemliside istiyor.us la bağlantılı bi yerde bulunduğum için gururluyum..

not: ne yazmalı nerden başlamalı derken böyle bişi çıktı..aslında söylemek istediğim sadece çok MUTLU olduğumdu:))


(hicligin_gölgesi)

!!!

Bugünkü bloğum kısa ve öz olacak...

ben o parayı icat edenlerin.................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................!!!

bu böyle gider :|

(Atilla1000)

22 Temmuz 2009 Çarşamba

Oh :))

Yıllar önce haritama baktığımda Çarşamba uğurlu gününüz yazıyordu... inanmıştım aslında ama önyargılarım vardı.. ama artık kesin inanıyorum.....

Dikkatle gözlemledim.. şans bana çoğunlukla Çarşamba günleri geliyor....

Güzel ve sevindirici haberleri Çarşambaları aldım...

Kuruntularımın boşa çıktığı zamanlarıda....

evet.. günlerden bugün çarşamba....

son zamanlar uzattığım ve çok sevdiğim(!) okul yüzünden çok gergin zamanlar geçiriyordum....

alttan aldığım derslerden birinin notu benim için çok önemliydi...

çünkü o dersten bir GEÇER not almam AGNO mu değiştirerek seneye mezun olmamı sağlayacaktı....

ve kalsam okuma hakkımın son yılı olan 5.yıl afedersiniz kıçım sıkışa sıkışa vercektim atılma korkusu ile...

bugün okula gittim o dersimin notunu öğrenmek için...

acaip stres bunalım ve mide bulantısıda eşlik etti tabi..

normalde çevremdekiler bilir.. bi dersi hiç KAFAYA takmam... :)

ama bu benim için önemliydi... bu okuldan erken kurtulmam bu derse bağlıydı... :)

o yüzden ister istemez teğet noktada olduğum için gergindim...

neyse okula geldim.. ödevlerimin olduğu cd'yi de verecektim ders için...

notlara baktım 3 dersten kalmıştım ve bu derslerden geçemediğim için tek umudum tek o dersti... umudum yoktu GEÇER notlardan en yükseğini almışım...

nasıl rahatladım bilemedim...

sevmiyorum okulu,sistemi ve daima karşı olacağım.. ve ASLA ve ASLA dayatılmalara göz yuman düzenli bir öğrenci OLMAYACAĞIM!...

bu sisteme okula sürekli karşı geliyorum... ailedekilerin vıdı vıdıları için katlanıyorum.. Çünkü bizim bölümde diplomaya bakılmıyor. yaratıcılık ve yaptığın işe bakılıyor....

arkadaşımın patronu dünya kazanıyor.. 4 kez üni den atılmış...

dolu arkadaşım var üni okumadan programları öğrenerek girmiş.. (Bölümüm GRAFİK bu arada...)

tam tersi doluda öğrenci var ÜNİ MEZUNU AMA İŞ BULAMAYAN!....

yani okumakla adam olunmuyor.. ama bizim ülke bu konuda geri kalmaya MAHKUM!...

bizim insanlar etikete bakıyor.. sistem tamamen EGO ve DAYATILMA ya dayalı...

bizim gibi bunun farkında olan gençlerde acı çekiyor...

daha çok konuşurdum ama şimdilik bu kadar yeter :)....

(Atilla1000)

Emolar..

Bildiğiniz gibi benim saçlarım kısa. Bir süredir kuaföre gidecek vakit bulamadığım için biraz uzadılar, özellikle kahkülüm ve gözlerimin içine girecek seviyeye geldiler. Ben de mecburen onları yana doğru taramaya başladım. Ve istemeyerek de olsa "Emo" akımına kapılmış, özenti gençlerden biri gibi görünmeye başladım..

Bu sabah çarşıya indim, yolda yürürken yanından geçtiğim kafede oturan 2 genç beni göstererek "Şu emolardan da nefret ediyorum be abi", "Çok haklısın ya, ne o halleri" şeklinde yorumlar yaptı. Seslerini de duymam için bilerek yüksek tuttular.

Sadece onlar olsa neyse.. Arkadaşlarımla buluştum bu olaydan yaklaşık 20dk sonra, beni görünce ilk tepkileri "Fidan ne o hal? Emo mu oldun başımıza?"

Bana son darbe de, bugün müzik dersim vardı orda geldi. Müzik okuluna girdim ben, sınıfın önünde beklerken yan tarafta oturan 7-8 yaşlarında 3 çocuk vardı. Bir tanesi arkadaşlarını dürterek "Baaak Satanist!" dedi -.-

Evet saçlarım kısa, evet yanlışlıkla da olsa uzun kahkülüm var, evet siyah giymeyi seviyor ve Rock müzik dinliyorum.

Ama ne Emoyum, ne de Satanist! cık cık cık.. Bu insanlar gereğinden fazla şekilci..



Evet benden bu kadar, kuaför randevuma geç kalmamam lazım...

(Fiddy)

Nacizane teşekkür*

Ben istiyor.us adlı web oyuncağına üye olduğum zamanlarda bana bu kadar anlam katacağına inanmamıştım. Temmuz 2007 civarında katıldığım bu sitede şu anda burada bulunan hiç bi arkadaşım yoktu. Ben kendi anlamsızlığımı adlandırmaya çalıştığım o günlerde bulduğum bu sığınak, yeni bi oyuncaktı. Babamızın bi akşam eve gelirken getirdiği o yeni oyuncak kadar yeniydi.

Ben 2007 yılında kendimi büyük buhranlarda hissetmiyordum aslında. Yeni bir hayatın başları sayılırdı. Ama öyle olmuyor(muş) işte, geçmiş denen illet, sen rüzgarda savrulan bir yaprakken seni büyük bir umutsuzluk, karamsarlık ve çaresizlikle aşağıya çekiyor. Zaman böyle geçiyordu 2007 yazlarında. 2008 başlarında yaşadığım çelişkilerde kaybolmaya başladım. Ne olduğunu anlamadığım belirsiz bir süreç içine girmiştim. 2008 ortalarına doğru istiyor.us ile aramdaki alışverişe ara verdim. Dost sesleri duymuyordum artık, kulağıma gelen şeyler bana iyi gelmektense, hiç bir şey hissettirmeyen acı bi sessizlikten ibaretti. 2008 sonlarında bir gün can sıkıntısına sebep geldim tekrar, bir kaç dosttan gelen mesaj vardı okuduğum, gülümsediğim. Bir kaç yazı kalmış benim adıma, teşekkür ettiğim. Med cezir gibi git gel yaşıyoruz hayatın her sayfasında hemen hemen.

Velhasıl, 2009 sonlarına yaklaşırken bu siteye tekrar yzmaya,okumaya başladım. Bana bu siteye adım attıran arkadaşıma minnet borçluyum. Şu sıralar bana kazandırdığı insanları söylemek haddine girmeyeceğim. Ama benim için, gönlüm için, ruhum için yani bu dünya için güzel insanlar tanıdım, tanıyorum ve umut ediyorum tanıyacağım.

Göbeğimi tutarak güldüğüm anlarda oldu bu sitede, gözlerimdeki buğunun arttığı da. Benim yazılarım genelde saçmadır, seçmedir içimden. Bizzat ben saçmayım zaten.

Ama bir önceki yazıda No.13'ünde değindiği gibi benim saçmalarım sizlere - burayı benimle paylaşan herkese- iyi/kötü birşeyler ifade edebiliyorsa ne mutlu bana.

*Bunu yazmayı uzun zamandır istiyordum. Benim için gerçekten önemli olan bu siteyi, bu insanları bir zamanlar hayatımda ne kadar yer aldıklarını sorgularken bulmuştum kendimi. Hata yapmışım.

[Blndguardian]

ilk yaz(ı)..

Sanal dünyada bile gerçek insanların bir hikayesi vardır. Ben bir adama duyduğum safça ve karmaşık duyguların peşinden koşarken -düştüm- buraya (düşme kelimesi upuygun oldu, gönüllü bir tutsaklık bizimkisi ne de olsa)..

Bana sorarsanız yazdıklarım deli sayıklamalarından ibaretti, kimisi serzeniş, hadi bazıları da içten gözyaşları olsun. Meğer -iyi- yazdığımı düşünebilen dostlar da edinmişim, gönendim. Teşekkür ederim hepinize.

Görüşmek üzere..

(no:13)

21 Temmuz 2009 Salı

Asıl Sorun Sorunun Ne Olduğu Değil, Nasıl Sorulduğudur..

İki arkadaş, sigara içerken İncil okunup okunmayacağı konusunda tartışmaya başlamışlar. Sonuç alamayınca Papaya sorup izin almaya karar vermişler.

İkisi de Papanın yanına gidip sırayla sormuşlar. Bir tanesi izin almayı başarırken, diğeri başaramamış.

İzin almayanın sorduğu soru:"Papa hazretleri, ben İncil okurken canım sigara içmek istiyor. İçebilir miyim?" Tabi ki Papanın cevabı: "Oğlum İncil okunurken Tanrı'yla ilgilenmen lazım. Tanrı'yla ilgilenirken de dikkatinin dağılmaması lazım. O nedenle, İncil okunurken sigara içilmez."

İzin alabilenin sorduğu soru ise:" Papa hazretleri, sigara içerken canım İncil okumak isterse okuyabilir miyim?" Papanın cevabı ise: " Oğlum, her nerede ve ne koşulda olursan ol İncil okuma isteği duyarsan okuyabilirsin."



Selviboylumalyazmalım

Daldan dala*

Bugünü dinlenme günü sayabilirim sanırım sayın okuyucu. Hava çok sıcak ve ben sabahın 8'inden beri adliyeymiş, hastaneymiş, ehliyet kursuymuş dolaşıyorum. Ancak bitti işlerim, vücutsal fonksiyonlarımda belli bi bozukluk var zaten. Ruhuma da sıçramış durumda bu. Zaten 'sıçrasa ne farkeder ki ' derdim önceleri. İnsanın ruhuna özen göstermek istemesi durumu ne kadar da güzel bişeymiş. Tüm bu çevremde dönen dünyanın anlamını kavramaya başladığımdan beri böyle hissedeceğim umudunun bi ütopya olduğunu sanırdım. Değilmiş, ya da ütopyalar da gerçek olabiliyormuş.

Bişeyleri ütopya diye adlandırmak ne güzel dimi ? 'Benim ütopyam ' diyorsunuz, tamamen size ait oluyor.. Adlandırabilmek önemli hissettiğini, hayal ettiğini... Ancak her hissedilen adlandırılmaya ihtiyaç duymaz, bu sebepten ötürü kıralan kalpler, çizilen hayatlar, kızaran gözler görüyoruz... Yazık etmeyin, hem kendinize hem de çevrenizdekilere. Duyarlı olun.

Aslında geyik yapmak istiyordum yazıya başlarken ama değinmek istediğim bişey daha var, konu dağıldı farkındayım ama dile getirmeliyim. Ehliyet almak için göz muayenesine gittim. Kolduğa oturdum 10 saniyede bitti muayene. Karşıdaki iki harfi oku dedi ve bitti. Bu kadar. Ya ben renk körü olsam da yarın öbür gün içinde yüzlerce kişin öldüğü bi kazaya sebebiyet versem ? Ya zor seçiyor olsam da, karşıdan gelen arabayı görmesem.. Hayır yani benim gözlerim iyi görür (maşallah de okuyucu) de ben gibi değil ki herkes.. Bu açığı sizlerle paylaşmak istedim.

Neyse Allah'tan ehliyet kursunu ucuza kapattım. Cebime biraz para kaldı. (=

Sizlere söylemk istediğim bişeyler daha var,

'Umudunuzu kaybetmeyin, ya da kaybettiğinizi düşünmeyin. Hayat karamsar olunacak kadar kötü değil(miş). Ben o kadar karamsar, o kadar karanlık olduğunu düşünürken bu hayatımın, umut ışığının söndüğünü hissederken tamamiyle, yaşatmış içim bir parça ışık. Ben bilmeden, görmeden... Haliyle şimdilerde güzel hissediyorum, Allah nasip ederse daha güzel olacak bişeyler. '

Başka bir yazımda, bu güzelliklerin bana dönüşlerini, hissettirdiklerini paylaşmak istiyorum. Belki daha güldürüşlü olur.
Zirâ aldığım eleştrilere göre 'çok edebi' yazıyormuşum. Beni kızdırma Ati, senin adına bi yazı yazarım e-5'e çıkamazsın.
=)

Bir de spor gündemine değineyim, Galatasaray takımını tutuyorum ben. Pis tutuyorum ama ha.Bu sene onlar için de iyi olur inşallah diyeyim, başlığıma uyayım.

Eyvallah.

*Semra Hanım vardı bi zamanlar tv gündemimizi deli gibi meşgul eden. Ondan alıntıdır.

(Blnd)

PLATONİK AŞK

TDK ya göre platonik ;
Gerçekte var olmayan, düşte kalan, hep öyle kalması istenilen (aşk, sevgi ve ilgi)

"Platonik Aşk" diye bir öbek olsaydı TDK şöyle derdi ; karşılığı beklenmeyen(en azından gerçek olmasına ihtimal dışı bakılan ) tek taraflı aşk.

Hepimizin bir platoniği oldu değil mi? ya yaşı bizden büyüktü, ya bize çok uzak yada en kötüsü bize çok yakındı.
Öğretmenimize aşık olduk.Onun derslerinde atak ve atik birer öğrenci olduk.Bir dediğini iki etmedik.
Mahallede komşunun çocuğuna aşık olduk. O bizim saçlarımızı afacanmışız diye karıştırırken halbuki biz ne hayaller peşindeydik.
Yolda yürürken gördük masal perisini yada bir yolculukta .Gülüşü içimizi ısıttı uzaktan.Ama adını hiç bilemedik, öğrenemedik
Dostumuza aşık olduk.Arkadaşlığımız biter korkusuyla diye içimize gömdük herşeyi.Gözlerimizin önünde başkalarını sevişini ,onlar için ağlayışını izledik.Hatta onu teselli ettik.

Bunlardan biri yada bir kaçı başımıza geldi mutlaka ...

Peki platonik aşklardan gerçeğine terfi edebildik mi?
Yoksa platonik aşkın verdiği o güvenli kabuktan sıyrılamadık mı?
Konuşma , kendini ifade etme derdi yok ! Reddedilme ,aldatılma korkusu yok ...

Ne hülya ! o ne güzel rüya !

Ama nereye kadar ...


(JUSTREAL)

içime Jupiter kaçtu :(


Blog günaydın öncelikle... kendime soruyorum nedir bendeki bu üşengeçlik diye?!

kalktım. staj yerim beni bekliyor fakat gidesim yok...

telefonumu açacağım. kalkıp açasım yok...

iş yerine mail atacam yarın oradayım diye... bir türlü atamıyorum...

fotoğraf makinemin şarjı bitti.. şarja takcam... yapasım yok...

ödevleri cd ye koyup okula getireceğim.. yapasım yok...

arkadaşı arayacağım kalkamıyorum yerimden...

çişimi yapacağım direniyorum... :D

kahvaltı yapacağım yine kalkamıyorum...

spora gideceğim akşam giderim diyorum...

soruyorum kendime noluyor bana :| ?!

Astrolojide Jupiter burçlara girdiğinde korkunç tembellik yaparmış.. kontrol etmem lazım Jupiter Başak ta mı acep?!

eğer değilse bile şuna eminimki ;

İçime Jupiter kaçtu :(

(Atilla1000)

belediye bandosundan seçme saçmalar..

Nerden başlasam bilemiyorum.Yazının başlığını bile seçmedim henüz..Geldiği gibi yazıyorum şu an. Bakalım ne çıkacak altından.

Adetten ve belki biraz da yersiz mecburiyet duygusundan iki kelam edeyim şurda istiyor.us ve yeni bebeğimiz blogla ilgili… istiyor.us maceramın buralara kadar geleceğini düşünmüyordum tabi..başlangıçta “höööeeeh” dediğim bir internet sitesiydi benim için. Ama zamanla insanları tanımak.. hani ne diyordu google istiyor.us için :“arayış içinde olanlar, ortak amaçları olan insanlar arayanlar, hayatta yaptıklarını listeleyip ego tatminine ulaşmak isteyenler için cillop gibi bir ortam” o dönemlerde ben de arayış içinde olmalıyım,ama neyin arayışı dersen işte orda susarım. Bilmiyorum belki de sadece beynimdekileri kağıttan farklı bir yere kusmaktı amacım. Aslında rahatlamak adına gerçekten şart olabiliyor bu. Değil mi ama? Ya birine anlatacaksın-ki seni o kadar uzun süre ilgiyle dinleyebilecek insan bulmak da zordur- ya da yazacaksın.. en güzeli yazmaktır bana göre. Zaten sanal alem de istediğin mahremiyeti veriyor. Yazar çizer coşarsın.. hay allah yine konudan konuya atlıyorum.

Ne diyormuşum bakalım..evet insanları tanımak. Ne kadar sanal da olsa birilerini tanımak güzel olabiliyor. Ve en güzeliyse o insanları önyargısız tanımak,onların da seni önyargısız tanıması..hiç görmediğin,tanımadığın birinin,etnik kökenini yaşını cinsiyetini sosyal statüsünü bilmediğin birinin yazmış olduğu bir yazı,etmiş olduğu bir laf can evinden vurabiliyor seni. “vay be ne güzel düşünmüş/ne güzel yazmış” diyebiliyor insan.odaklanılacak tek şey yazı oluyor.

Blog işine gelince.. bu blog zımbırtısını da sevmem aslında. Ne bileyim belki de şimdiye kadar karşılaştığım dizi/film harici tüm bloglardaki tek düzelikten(gerçi onlar da tek düze)..ya bir hanım kızımız poe,converse,doom metal ve brutal vokal kokteyliyle karanlıktan bahsediyor ya da bir beyefendi tutmuş farklı biri olduğunun çığırtkanlığını yapıyor bahsettiği konularla,sözde çaktırmadan… herneyse..ama istiyor.us blogunda yazmak istedim…Çünkü bir sürü insan yazacak burada. bunun için rengarenk olacak içi..Bu kadar renk de tek bir insanda olamayacağına göre..e o zaman iyi bir şeymiş bu :)

Az önce mutfakta karpuzu didiklerken düşünüyorum “ne yazsam ne yazsam” diye..aklıma olası cümleler geliyor,beğenmiyorum. Acaba diyorum uzun zamandır gerçekleştirmek istediğim hikaye projeme mi girişsem diyorum,hayır beğenmiyorum. “Güldürüşlü bir şeyler yazsam” diyorum, “güldürmekten ziyade komik duruma mı düşerim?” bu düşünceyi de beğenmeyip kovalıyorum kafamdan.. şu an yazdıklarımın da bir kısmını sildim mesela..

Öyleyse bir sigara yakalım da beynimiz açılsın..yahu bloglarda sigara içmeye henüz yasak gelmedi değil mi? Bu iğrenç espri de benden sana gelsin okuyucu.

Yazmaktan bahsetmek istedi canım..nasılsa istediğimiz her konuda yazabiliyoruz..

Yazmak için geceyi beklerim ben. Beynimin içi seslerle işgal edilmediği sürece gündüzleri sevmem yazmayı.. yazmak için sessizliği beklerim,sadece kafamın içini duymak isterim. Aslında yazmaktaki tek amacım da “kafam rahatlasın,nispeten rahat bir uyku çekeyim”dir. Ama bunu da hakkıyla yapmak isterim. Şimdi böyle laflar ediyorum diye ahım şahım şeyler yazıyorum sanma.. diyorum ya sadece kafa boşaltmak benimkisi. Gerçekten güzel yazanları tenzih ederek iddia ediyorum ki önüne gelen yazıyor. İşte ben de o “önüne gelen”lerdenim.

Ne diyordum.. yazmak ve gece. Gece yazmak. Tatiller dışında yalnız yaşayan ben yazmak için yine de geceyi bekliyorum. Evde ses olup olmaması değil sorun yani. Birilerinin zırt pırt odana gelip bir şeyler söylemesi ya da salondan gelen sesler değil. Evin susması yetmiyor bana. Şehir sussun istiyorum,herkes sussun istiyorum. İstanbul gibi bir şehirde bunu istemek lüks belki,ama olsun.. istanbul da susuyor geceleri az da olsa. Fısıltılar kalıyor sadece geriye ve ara sokaklarda dönen kanun dışı geyikler. Belki bir de gece gezmeleri ve eğlenmelikler.

Sonra yazıyorum işte. Klavyeyle yazmak da değil bana göre. Kalem ve kağıt olmalı. İstediğimde yazdıklarımı yok etmek shift+del’den daha zor olmalı.

Bölük pörçük yazıyorum okuyucu fark ettiysen.. sigara da yetmiyor odaklanmama. Gece de. Beynimde belediye bandosu var sanki. Kendi içinde uyum barındırmayan bir bando. Beynimde her kafadan ayrı ses çıkıyor bu gece. Konudan konuya atlıyorum.

Bir sigara daha? Evet

bir de okuyucu,sen fark ettin biliyorum,yine de ben değinmeden edemeyeceğim.devrik cümleleri severim ben..kurallar ve kurallar ve kurallar..pek haz etmem.tek noktaları değil,ard arda gelen noktaları severim.. bari onlar yalnız kalmasınlar diye,bari onlar bir şeylerin içerde kaldığını haykırsınlar diye.

Sağlıcakla kalın.

(joya)

Yaşasın Blog! =D

Herkese Merhabalar!!! Ben Fiddy =D

Kullandığım ünlem sayısından bu blog konusunda ne kadar heycanlı olduğumu anlayabilirsiniz =D


Bu sabah yeni bir yazıya başlamıştım, (bazılarınız biliyor, bir süredir Facebook'ta çeşitli konularda yazılar yazıyorum.) Küresel Isınma'yla ilgili bir yazı. Buraya ilk o yazıyı yazmak istemiştim ama giriş için ağır kaçar dedim =D Yarın da o yazıyı eklerim ama ilk yazım daha eğlenceli, daha mizahi olsun istedim :D


İlk yazımın konusu "Düğünler"


Düğünlerden oldum olası rahatsız olmuşumdur. Karşı olduğum şey iki insanın birbirine bağlanmalarını kutlamaları değil tabi ki ama bunu yapış biçimleri.


Öğrencilerin en sevdiği mevsim Yazdır genelde, tatilden dolayı. Benim ise Yaz her zaman en az sevdiğim mevsim olmuştur.


Yaz "Düğün Mevsimi"dir!


Kendimi bildim bileli her yaz en az haftada 2-3 defa zorla düğünlere sürükleniyorum. Düğünler kadar benim sinirlerimi bozan çok az şey var. Düğünlerden bu derece nefret etmemin pek çok sebebi var.

Bunlar;

-- Kıyafet Zorunluluğu = Kıyafet zorunluluğu derken, kıyafet giyme mecburiyetinden bahsetmiyorum tabi ki. Kıyafetlerin tarzı beni rahatsız eden. Tüm çocuklar küçük birer gelin ve damat gibi giydirilir, herkes kıyafetinin gösterişi konusunda birbiriyle yarıl halinde. Beni bilirsiniz, rahat kıyafetler giymeyi severim. Kotlar, bol pantolonlar, gömlekler vs giyen biriyim. Her düğüne gitmemiz gerektiğinde (dediğim gibi haftada 2-3 defa) ailemle bir kıyafet kargaşası yaşıyoruz. Onlar bana pembe/beyaz/leylak ve benzeri renklerde elbiseler giydirmeye çalışıyorlar ve ben siyah gömleğim üzerinde ısrar ediyorum. Bana göre değil, resmi kıyafetler pek tarzıma uymuyor ve o iğrenç dantelli elbiseyi giymeye zorlanmaktan nefret ediyorum.


-- Tanımadığın Akrabalar = Düğünlere her gittiğimde hayatımda daha önce hiç görmediğim ve çok büyük bir ihtimalle hiç görmeyeceğim akrabalarımla tanıştırılıyorum.


- Fidancığım bak bu senin büyük amcanın 2. karısından olma ortanca oğlunun eşinin erkek kardeşinin küçük kızı Sevin! Bak senin yaşlarında O. (gösterdiği kızla aramda en az 5 yaş var) Hadi siz kaynaşın bakalım!

Her düğünde buna benzer tanıştırmalar yaşıyorum. Her düğünde gerçekten uzak akrabalarımla tanıştırılıp, onlarla anında bir yakınlık kurmam gerekiyor. Rahatsız edici bence..

-- Müzikler = Düğünlerde çalan müzisyenler (her zaman olmasa da) çoğu zaman berbatlar! Müzisyenlerin yetenek seviyesinin yanı sıra, müzik seçimleri de ayrı bir konu! Düğünde bulunan insanların %90'ının beğenmemesine rağmen ısrarla çalınan arabesk vs parçalar zaten (benim için) kötü geçen düğün gecesini daha da katlanılmaz bir hale getirir. Bu müziğin sesi her zaman gereğinden fazla yüksektir ve nedense gereksiz ve aşırı baskın bir eko vardır. Ve gecenin ilerleyen saatlerine kadar devam eder.. Bu noktada kendimi havuza atıp intihar etmenin güzel bir düşünce olduğunu fark etmeye başlarım genelde..

(Müzik olayını sevmememin ayrı bir sebebi be evimin hemen yanında bir düğün salonu olması. Neredeyse her akşam orada bir düğün var ve ben her gece o gürültülere maruz kalıyorum. Saat 02:33de benim sabrımın tükenip polisi aradığım çok olmuştur. Artık polislerle ahbap gibiyiz)

-- İçkiyi abartıp dans pistinde kendini kaybedenler = 56 yaşında saçları seyrelmiş hafif kilolu büyük dayınızı pistte striptiz ve folklör arası bir dans yaparken izlemek hoş değil. Her ne kadar her zaman bu seviyede olmasa da genelde içip dağıtanlar olur düğünlerde (tahminim düğünlerin ayık çekilemeyeceğinden içmeleri)

Şimdi size son gittiğim düğünü özetliyorum. Düğünde yaklaşık 600 kişi var. Biz oraya yeteri kadar erken gidemedik ve gerçekten uzun bir tebrik kuyruğu var. Yaklaşık 40dk sırada bekledikten sonra tanımadığım 8 kişiyle öpüşüp tebrik ediyorum. O uzun beklemenin sonunda elime geçen şey, bayat bir kurabiye. Sonra oturan insanlar arasında gezinme faslı başlıyor. Benim bezli halimi hatırladığını iddia eden onlarca orta yaşlı (ve daha da yaşlı) kadınlar tarafından gayet ıslak bir biçimde öpülüp, yanaklarım sıkıldıktan sonra aşırı rahatsız koltuklara oturuyoruz. Orda oturmamızın tek sebebi "Etrafa ayıp olmasın", "Bir tebrik edip kaçtı demesinler"! Oturduğumuz için küçük kardeşim sıkılmaya başlıyor (kendisi 4 yaşında) ve bundan dolayı da ağlayıp bağırmaya başlıyor. Bu noktada gereksiz seviyede yüksek sesli müzik başlıyor ve kardeşimin çığlıklarını duymamaya başlıyorum ama morardığını gördüğüm için tehlikeli bişeyler olduğunun farkındayım. Mecburen onunla biraz oynuyorum. 1 saate yakın bir oturma faslı sonrasında (bu süre zarfında tanımadığım bir sürü yeğenimle "oynamaya" zorlandım. Beni az çok tanıyorsunuz, sizce ben oyun oynayacak biri miyim?) pastanın kesildiği haberi geliyor ve önlere ilerlemeye başlıyoruz. İzdiham olmuş durumda. Her şey milimetrik bir kalınlığı olan bir pasta dilimi için. Sonunda pastalarımıza kavuşuyoruz ve yavaşça çıkmaya çalışıyoruz. Ama herkes de bizimle aynı anda çıkmaya yeltendiği için müthiş bir kalabalık var ve kapıda sıkışıyoruz. Arabaya varmayı başardığımızda arabanın 4 taraftan önünün kesildiğini farkediyoruz. Bir süre orda bekledikten sonra, az önce içinden zor çıktığımız kalabalığın içine tekrar girip içeriye dönüyoruz insanların arabalarını çekmeleri için o aşırı eko yapan mikrofondan anons yaptırıyoruz. Sonunda arabanın önü açılıyor ve biz eve doğru hareket ediyoruz.


Bu benim en rahat geçen düğün anılarımdan biri. Bu düğünde çektiğim rahatsızlığın 10 katını çektiğim düğünler olmadı değil.

Böyle deneyimlerden sonra, düğünlerden nefret etmemek elde değil bence..


(Fiddy)

20 Temmuz 2009 Pazartesi

Sandpaper kisses



Bu nasıl bir şarkıdır diyorum ve başka da bir şey demiyorum :)... bir şarkı bu kadarmı sarar insanı...

Önce gelelim sanatçımıza.. efendim bu hanım kızımız ;

Martina Topley-Bird


Sanatçı hakkında bilgide verelim tam olsun :)

Martina şöyle fısıldar beş yıl sonra çıkan ilk albümü The Blue God (Hüzünlü Tanrı)»da: » Söyleyecek bir sözüm var. Ya senin var mı?»

Martina Topley Bird için müzik yaratıcı akışa kendine bırakmak olduğu kadar olduğu kadar dinleyiciye meydan okumak. Bunu şöyle açıklıyor:

» Bana göre müzik yüzeyin altında kalan düşüncelere ve duygulara ulaşmak. Müziği hayatın içindeki duygusal katmanları keşfetmenin bir yöntemi olarak kullanıyorum.»

Martina Topley Bird İngiliz Pop’unun büyük asilerinden biri. 1995 te Tricky nin Maxinquaye ine unutlmaz izler bıraktığında kimse onun kadar değerli ve genç bir sesin çıkış yapacağını beklemiyordu. O dönem tutucu, retro kafalı Britpop beklentisi içindeydi. Bunun yerine çift Martina Topley nin göksel bir ayini andıran vokalleriyle son derece içten aynı zamanda bir o kadar da down temponun dünyevi gereklerini yerine getiren bir soundu yakalayarak eleştirmenleri şoka uğrattı.

Sonraki ortak çalışmaları ‘Pre-Millennium Tension’, ‘Angels With Dirty Faces’ ve ‘Nearly God’ da Martina eski sevgilisi Tricky’nin hem müzik, hem de görsel aynası oldu. Sıkıcı bir evrende parlayan yıldızlar olarak satışta platini yakalayarak, cinsiyet politikası ve pop ana akımının, kurallarını yıktılar. Bugün başarılarını şöyle özetliyor MTB » O kayıtlar bugün hala kulağa hoş geliyor ve umut edebileceğin en büyük başarı da bu.»

Martina aynı zamanda günümüz çağdaş müziğinin önemli isimlerinden David Holmes, Gorillaz, DIPLO, Primus ve The John Spencer Blues Explosion ile çalışmalar yaparak, şarkıcı ve söz yazarı olarak yeteneklerini geliştirdi.

Sanatçımızın o güzide şarkısının videosunuda vermek lazım ama dimi ;)

http://www.youtube.com/watch?v=WF_n1SI2Oi4

Doya doya dinleyin bakalım :)

(Atilla1000)

Blog Nerden Çıktı?

Merhaba, ben witchh :) Şincik size bu bloğun nerden geldiğini kopyala-yapıştır yaparaktan (Çünkü bu Atilla1000'in rüyasıdır ordan alıntıdır.) Bu bloğun yapımına bi NEBZE :P yardım ettiğim için memnunum :) Olaylar kısa bi şekilde Ati'nin rüyasında şu şekilde gelişmektedir:

"Rüyalar Serisi 19.07.09

1.Yazlıktayız güya... deniz var sahiller falan... bir kaç kişi toplanmışız... önce bizim istiyor.us toplanmışız :D enya var witch var,nanik,latif,kıvılcım var var vs vs... bi masa var yazlık. konuşuyoruz... yanda bahçe var.. orda ekranlar var... ekranda sitedekilerle ilgili magazin yayınları var koptum :D bende hadi havuza gidelim diyorum.. onlarda tamam az kaldı gitcez bekle akşam olsun diyorlar.. bende acele ediiyorum falan :D sonra kalkıyoruz... bana diyorlar ati sen markete git ekmek ve tatlı al... biz balkondayız terasta... o arada gidiyorum... marketteyim.. markete bir bakıyorum anneannem orda çalışıyor... konuuyorum falan ne zaman burda işe başladın diyorum... yakın zaman oldu diyor.. malzemeleri alıp dışarı çıkıyorum terasta balkonda bekliyolar... merve de gelmiş.. :D baya kalabalık olyoruz.. tıkınıyoruz... sonra;

-havuza gitmicekmiyiz diyorum...

-hayır geç oldu..

cevabını alıyorum. sinirim bozuluyor... :D

ama sonra gidiyoruz...

2.akşam olmuş annemlerle limana gidiyoruz... yunanistan gezisi varmış gemi.. ona bilet alıyoruz... seviniyorum falan.. işin garibi tek gitcekmişim..

akşam oluyor balkondayım beni arıyor birisi ama sesi kısık geliyor...

ardından gencay geliyor :D bana ati bizim sitenin blogspotunu yapsana diyor.. ve uyanıyorum..

rüya sayesinde sitenin blogspotunu yapcam :D ciddiyim... "

der ve bugün bu bloğun temellerini atar.

Vatana, millete tüm sevenlerimize hayırlı olsun.

Okurken eğlenin e mi?

(witchh)

Bir cüzdan sonsuz kimlik

Şimdi girizgâh olarak kendimi tanıtmayı seçiyorum. Benim yaşlarımda insanların bileceği şey 'seni seçtim pikaçu' der gibi oldu.

İstiyor.us adlı siteden geliyorum. Bu da yine benim yaşımdaki insanların ilgiyle izlediği Back to the Future'dan bi tabir oldu. Neyse, geldiğim istiyor.us adlı sitede benim bir adım var, Blndguardian. Bana kısaca Blnd diyenler de çoğunlukta, - 'adım Murat ama bana kısaca Kara Murat diyebilirsiniz gibi oldu' neyse konumuza dönelim- ben de onların adlarını ksıaltıyorum hemşerim. Gerçek hayatta ailemin benim kimliğime yerleştirdiği isim ise Burak. (yazımın devamında kimlik karmaşasına değinmek istiyorum)

Kişiye kimlik kazandırmak ne kadar da kolay görünüyor aslında, Burak. Bir isimden ibaret baktığında. Ancak bir kişinin bir kimliği olmaz, dini, dili, ırkı, mahallesi, tuttuğu takım, en sevdiği yemek vs. kişinin kimliğini oluşturur, aslında kimliğini oluşturmaz. Bunların hepsi birer kimlik. İnsan kimliği değişken, dünya değişken çünkü. Bu kadar karanlık, çirkin ve kötü kokulu dünya üzerinde kişi kimlikleri genelde kara lekelerden oluşuyor. Ama var, dünyada güzel kokulu çiçekler,otlar, temiz yollar, pembe panjurlu evler de var, çimen denizleri de var. Ama insan kimliğinin belli öğelerini seçemediği gibi nerede doğacağını, nasıl bir hayata bakacağını da seçemiyor çoğu zaman. Ben kendimi bazen Afrika'lı bir çocuk gibi düşünürüm. Ben seçmedim buraya gelmeyi sonuçta, o da seçmedi. Ama velhasıl, -benim görüşlerimi içerir- ben bu dünyada böyle doğan bir masum çocuğun günahı nedir diye sorarken kendime bulduğum cevap onun mükâfatının daha fazla olacağıydı. Evet, bu ihtimal ne kadar da rahatlatıyor beni. Ben o küçük, zayıf, açlıktan kırılan,savaşlar içine doğan çocuğu düşündükçe parçalanan içimi böyle teselli ediyorum. Teselli demek doğru değil belki de, inancımın bir parçası olarak onu da bu şekilde yaşatıyorum kalbimde.

Kimlik kazanmak var bir de tabi ki, yeryüzünün dengelerine meydan okurcasına zorlamak var herşeyi. Ya da hazıra konmak. Ya da kısa yolu tercih ederek insanları kırmak, ezmek, basıp geçmek bazı hayatlardan..

Bazen yapılan bir yanlışın sizi ilerde doğruya sevkedebileceğini düşünün -bence-. Ama buna sığınarak da sürekli yanlış yapmayın.

Bazı kimlikleriniz sigara dumanı gibi geçicidir, tıpkı bazı hüzünleriniz gibi, mutluluklarınız gibi.

Kendi kimliğimizi bulma çabası içinde süren bu hayatımızda yaşadığımız onca şeyin bize bir kimlik sağladığını düşünün. Çekilen acılara isyan etmeyin, kimlik dosyanıza bir de 'acı' yazın, 'hüzün' yazın. Bunlar ilerde size 'umut' , 'mutluluk' olarak dönebilir nihayetinde. Kendi tecrübelerime dayanarak altını çizmek istedğim şey şu : 'hayat her zaman kötü diye düşünmeyin bence, ya da düşünün, o sizi haksız çıkartacaktır. Eğer gerçekten, ama saf bi şekilde hayattan 'iyi' bir şey istiyor ve bekliyorsanız.' *

**************************
O değil de afedersiniz vücudumun oturduğum kısmı pek rahatsız, o yüzden daha da uzatmıyorum uzanmam gerekiyor biraz.

İyi oldu bu blog şeysi, heppimize hayırlı uğurlu olsun.
İyi akşamlar.

*Sıkıldıysanız söyleyin ha.

age sex location

İnternetle dünyaya açılımı türk halkı olarak gerçekleştirdiğimiz 90 ların sonu milenyum başı artık hepimiz birer net kurdu olmuştuk. işin kötü tarafı daha internet ağını sadece başımıza ağ örmek için kullanıyorduk. ortaokuldaydım ve internet bağlantısını internet cafelerde sadece ırc mırc aklınıza sohbet programı ne gelirse onda kullanıyorduk arkadaşlarımla . eğer entellektüel günümdesyem ıcq da ingilizce sohbet ederdim.
o zamanların kısa ve hızlı sohbetlerinin girişgahı "asl? "sorusuyla başlardı. neydi "asl" ?

İlk duyduğumda işin pirlerine danışmam gerekmişti.age sex location (asl)
yaşımız küçük malum, cinsiyetimizi söylememiz biraz da taciz olaylarına neden olmakta , yerimizi söylemek ise tam bir intihar...
işte o an cümbüş başlardı . o an istediğim kişi olurdum.

age ;27
sex ;female
location: en azından gezip bildiğim bir yer

ben bi psikologum. amacım ; sohbet eden ikililer arasında kurulması muhtemel duygusal ilişkilerin yoğunluğunun takibi

********************************************************************

age 16
sex; male
location; istanbul

ergenim. haliyle libido seviyem yüksek ve kendime hatun aramaktayım.

*******************************************************************
age; 36
sex ; male
location ; ankara

doktorum. işim param pulum yatım katım var ama saadeti yakalayamamışım.

*******************************************************************
gerçekten bu sohbetlerden birşeyler uman varmıydı bilemiyorum ama o yaşlarda bizim için bir eğlence kaynağı idi bu sohbetler ... umarım şu sıralar gençlerimiz yapacak daha abuk işler bulmuşlardır kendilerine :)

(JUSTREAL)

istiyor.us macerası bloglandı

istiyor.us ruhunu (içi geçmemiş olanı ) bloga taşımaya karar veren atillacımı sevgiyle selamlıyorum.
ilk yazar olma şerefini bana uygun gördükleri için ayriyetten gururlandım :)
bakalım ! ilerleyen zamanlarda istiyor.us da zaten üyeliği bulunan sevgili yazarlarımızın katılımı ile blogumuz ummuduğumdan daha çok neşelenecek gibi...

(JUSTREAL )

Başladık bakalım...

istiyor.us sitesi yazarları olarak ortaklaşa bir blog açmaya karar verdik :)... yazarlarımızdan yazılar yayınlanacaktır bloğumuzda her daldan :)..

(Atilla1000)